Antalya,
Beşkonak, Köprülü Kanyondan sonra yaklaşık bir 30km daha tırmanırsanız Çaltepe
köyüne varırsınız. Bu köy binlerce yıllık bir tarihi olan ve o yıllardan bugüne
neredeyse hiç değişime uğramamış bir köydür. Köydeki evler taş ve ahşap
yapılardan oluşur ve siz bu evlere girdiğinizde bin yıllık tarihi hissedersiniz
hemen. Bunun da ötesinde, gezegenin belki de gizli saklı kalmış, henüz insanın
kirli ellerinin ulaşmamış olduğu bir coğrafyası vardır buraların. Sarp kayalıkları,
sadece o bölgede yerleşmiş sedir ormanları, tarihi eserleri, tepeleri, yaylaları
ve uçurumları vardır. Ha bir de kızıl akbabaların üreme alanı da buradadır. Turizm
denilen canavar köprülü kanyondan öteye geçmemiş henüz ve tertemiz bırakmış
buraları ve umarım o canavar oralara ulaşmaz. Çaltepe köyüne yaklaşık iki ay önce
ilk kez Arsızla gitmiştik. Buraların havası ve doğası beni oldukça etkilemişti.
İşte bu yüzden buralara bir kez daha gelmek hem de bisikletim Hayalet ile
beraber, dahası dostlarla beraber gelmek heyecan vericiydi. Cumartesi ve Pazar
gününü kapsayan bu iki günlük tur sabahın çok erken saatlerinde başladı. Dolayısıyla
Cuma akşamı çok erken yatmalıydım. Hayaleti ve bagajlarımı hazırladıktan sonra
uyumaya çalıştım hemen. Ancak sabah belirli bir saatte uyanacağımı bilmek benim
hep uykumu kaçırır. Özellikle de sabah dört de uyanacaksam hiç uyumasam bile
olur diye düşünürüm. Ancak bisikletle uzun bir yolculuğa çıkmak başka bir şey. Yani
yakıtınız sizin enerjinizdir. Uykunuzu tam almazsanız, iyi beslenmesseniz pedal
çeviremessiniz. Bunun da bilinciyle gece yarısını geçerken uykuya daldım. Ancak
çok erken uyandığım için çok ama çok az uyudum ve bu durum, bir sonraki gün,
bisikletten indiğim her an gözlerimin kapanmasına, o günün gecesi ruhumu teslim
edercesine sızmama neden oldu. Hatta tur tamamen bitip de Antalya’ya döndüğümde
bile kendimi dinlenmiş hissetmiyordum. Ancak bacaklarımdaki tatlı yorgunluk
bile yüzümdeki gülümseme ve mutluluğa engel olamıyordu.
Cumartesi sabahı
beş buçukta toplandık, yaklaşık 14 kişi. Bisikletlerimizi romörka yükleyip yola
çıktık. Malum yol çok uzun. Sadece iki günümüz olduğundan araçlarla bir noktaya
kadar ulaşmamız lazım. Yol üzerinde sabahın ilk çaylarını ve simitlerini
yiyerek köye vardık. Buradaki köy evlerini pansiyon olarak kullanabiliyorsunuz.
Önceden anlaştığımız bir köy evine girip, bir gün öncesinden aldığımız erzağımızla
güzel bir kahvaltı yaptık ve artık ilk gün ki 70 km lik rotamız bu kahvaltıdan
sonra başladı.
Tarihi köy
evlerinin arasından altından dere akan köprülerden geçerek tırmanmaya başladık.
Bazı şeyler
yazarak anlatılamıyor. Konuşarak da anlatılmaz belki. Bisikletle yolculuk
yapmak, yolla daha çok bütünleşmenizi sağlıyor. Tibette yola tapan insanların
olduğunu duymuştum. Bu insanlar yolu gerçekten hissedebilmek için yüz üstü
sürünerek ilerliyorlarmış. Böylece yolun tüm zorluklarını, kolaylıklarını ve
bir yere varmanın değil yolun kendisiyle bütünleşmenin önemini anlıyorlarmış. Motorlu
bir araçla yolculuk yaptığınızda, yoldaki küçük ya da büyük eğimleri,
çukurları, tümsekleri hissedemeyebilirsiniz. Aslına bakarsanız gerçek yolculuk,
tüm kaslarınızla, bacaklarınızla ya da Tibetli rahiplerin yaptığı gibi tüm
vücudunuzla yaptığınız, kısaca içinde “emek” olan yolculuktur. Kendimce bir
sıralama yaparsam, en güzel yolculuk yürüyerek (ya da her hangi bir araç
kullanmadan) yapılan yolculuk ve ikinci olarak da bisikletle yapılan
yolculuktur. Bu sıralamanın devamında motosiklet yolculuğu gelir bana göre ve iki
tekerden çok olan diğer tüm yolculuklar yolculuk değildir, tabi yine bana göre.
Bisiklet kullanırken yolun en küçük eğimini bile hissedersiniz. Tırmanmaya başladığınızda
inanılmaz bir emek harcarsınız. Yavaş yavaş yükseldikçe alnınızdan ter akar. Ne
zaman bitecek bu yokuş diye düşünmek ya da sızlanmak, yolculuğu sıkıcılaştırır.
Oysaki yaşam denilen şey her dakikasını hissederek yaşamak ve mücadele etmektir
ve işte bisikletde de aynen öyledir. Harcadığınız emek sonuç verir ve görürsüniz
ki her tırmanışın bir inişi vardır. O inişe geçtiğiniz an, yaşınız kaç olursa
olsun beş yaşındaki bir çocuk gibi mutlu olursunuz, hatta mutluluktan çığlık
atarsınız.
Cumartesi günü yaptığımız
rotanın adı “rüya parkuru” idi. Bu parkur benim daha once yaptığım bisiklet
turları içinde en zorlu olanıydı. Yani bir gün içerisinde hem oldukça tırmanış,
arazi, orman, inanılmaz inişler ve gece sürüşü yapmış oldum. Bir müddet asvalt
yoldan tırmandıktan sonra yol stabilize oluyor ve tırmanış devam ediyor, sonra
o yol da orman yolu oluyor ve sonra yol bitiyor. Bisikletle yolculuk yapmak
aslında kişinin kullandığı araçla bir tür eşitlik içerisinde yaşamasına güzel
bir örnek. Demem o ki, bazen siz bisikletinizi taşırsınız. Çünkü bisikletle
geçemeyeceğiniz yerler olur. İşte bu rüya parkurunu rüya gibi yapan son noktaya
ulaşmak için bisikletinizi sırtlayıp yaklaşık bir 300 metre yürümeniz gerekir. Yani
bisiklet sizi taşır, sonra onun sırası gelir, siz onu taşırsınız. Bu yürüyüşün
sonunda ise inanılmaz bir manzara size bekler. Ben o kadar yüksek bir uçurum
görmemiştim. Yani Köprülü kanyonun belki de en yüksek noktasından, sarp
dağlarla çevrili bir kuyuya tepeden bakmak gerçekten baş döndürücü. Bu noktadan
kızıl akbabaları seyredebilirsiniz.
Burada öğlen
yemeği atıştırdıktan sonra Beşkonak’a doğru inişe geçtik. Bu iniş muhteşemdi. Zirveden
seyrettiğiniz ve uzaktan uzaktan sesi gelen derenin yanına kadar inmek oldukça
uzun sürdü. E tabi o yolu ve manzarayı tahmin edebilirsiniz. Beşkonak’a
indiğimizde akşam olmak üzereydi, ancak Çaltepe köyüne daha yaklaşık 25km
yolumuz var ve bu yol maalesef sürekli çıkış ve dik rampalarla dolu. Benim isteğim,
bu turun o gün için bu inişle bitmesiydi. Yani üzerine o kadar uzun bir rampa
tırmanmak beni bitirdi diyebilirim. Üstelik hava karardı ve ben ormanı yararak
zifiri karanlıkta pedalladım sürekli. Özellikle köye varmadan once olan dik
rampa, o virajlı yol beni öldürdü diyebilirim.
Köye vardığımızda
kalacağımız evin mutfağında yemek hazırlamaya koyulduk. Ancak ben yorgunluktan
yerimde zor oturabiliyordum, bacaklarımı hissetmiyordum resmen ve sırtım da bir
ağrı belirmişti. Hatta bi ara yemek masasının yanında otururken uyuyakaldım. Bu
mutfak büyükçe bir alan ve evin bahçesinde. Rakım yüksek olduğundan hava
kararınca sıcaklık ciddi şekilde düşüyor. Hoş sohbet bir şekilde yemeklerimizi yiyip
ve muhtelif sıvılarımızı alıp uykuya daldık, ruhumu teslim ettim hemen.
Turumuzun ikinci
gününe süper bir kahvaltıyla başladık. Sızarak uyuduğumuz için yorgunluğumuzda
geçmişti. Bugünkü rotamız tarihi Selge köyü, adamkayalar ve daha da yukarıda
Oluk mahallesi. Selge köyüne Beşkonak’dan 11 km tırmanarak varıyorsunuz. Bu köy
Roma döneminden kalma tarihi eserlerle dolu. Hatta ortasında büyük bir antik tiyatrosu
bile var. Bu 11km lik tırmanış yine mükemmel bir manzara eşliğinde oluyor. Bu yol,
özellikle inerken gerçekten ürkütücü. Çünkü keskin virajlar uçurum kenarlarını
yalayarak geçiyor ve yolun kenarında herhangi bir bariyer gibi bir koruma yok. Yani
inerken virajı alamazsanız, ya da frenlerinizde bir problem olsa, herhalde
yüzlerce metreden uçarsınız aşağıya. Yani, buralarda bineceğiniz bisikletin
kesinlikle bakımlı olması gerek. Sabah uzun süren kahvaltı ve Antalya’dan
gelecek olan arkadaşlarımız olduğundan Selge’ye kadar araçla çıktık. Antik kentin
yanında bir köy evinde demleme kekik çayı içip, yufka ekmek ve zeytin yedik. Bu
arada bu köyler gerçekten gelir düzeyi çok düşük olan köyler. Genellikle hayvancılık
yapıyor insanlar ama yine de çok yoksullar. Köye bir yabancı girdiğinde köyün
kadınları ellerinde bohçalarla çeviriyorlar etrafını ve kendi yaptıkları
şeyleri satmaya çalışıyorlar.
Tekrar bisikletlerimize
atlayıp tatlı tatlı tırmanmaya başladık. Hafif hafif yağan yağmur çok da fazla
şiddetlenmedi biz yukarıdaki köye varana kadar. Bura da bir şeyler
atıştırdıktan sonra inişe geçtik ve turumuz Köprülü Kanyonda son bulmuş oldu.
Bence bisiklet ne
olursa olsun herkesi eşitleyen bir araç. Bisikletin üzerinde herkes 5 yaşında
bir çocuk olup mutlu oluyor. Tüm insanların bu şeytan icadına binmesi
dileğiyle, özellikle de ülkem insanının…
Bu turun
gerçekleşmesini sağlayan Ömer Aydoğan ve Ayşegül Aykut’a, teknik desteğini
esirgemeyen Antalya Doğa Sporlarına ve beraber pedalladığım sevgili pedalşör
arkadaşlarıma teşekkür etmem gerekir.
Bir de bisikletim
Hayalet’e teşekkür ederim, beni benden alıp götürdüğü için.
Her zamanki gibi,
tur ertesi olan Pazartesi sabahı işime bisikletimle gittim. Ancak kendimi hala
kanyonda ya da ormanda tırmanıyo gibi hissediyordum. Bedenim şehre çoktan
dönmüş ancak ruhum dağlarda dolanıyordu. Üniversiteye vardım çabucak. Daha yol
yapmam lazımdı oysa. Böylesine bir dünyada yaşamak için saçma sapan şeyler yapmak
zorundayım, para kazanmak gibi, çalışmak gibi. Yabancılaşma tekrar başlamış
oldu. Bizleri doğadan koparan ve uzaklaştıran bir sisteme karşı gelmenin en
güzel yollarından biri pedala basıp gökyüzüne bakmak,
Başka bir iki
teker yolculuğunda görüşmek üzere,
Hayalet &
Mehmet