14 Mart 2012 Çarşamba

Pedal Pedal Çaltepe

Antalya, Beşkonak, Köprülü Kanyondan sonra yaklaşık bir 30km daha tırmanırsanız Çaltepe köyüne varırsınız. Bu köy binlerce yıllık bir tarihi olan ve o yıllardan bugüne neredeyse hiç değişime uğramamış bir köydür. Köydeki evler taş ve ahşap yapılardan oluşur ve siz bu evlere girdiğinizde bin yıllık tarihi hissedersiniz hemen. Bunun da ötesinde, gezegenin belki de gizli saklı kalmış, henüz insanın kirli ellerinin ulaşmamış olduğu bir coğrafyası vardır buraların. Sarp kayalıkları, sadece o bölgede yerleşmiş sedir ormanları, tarihi eserleri, tepeleri, yaylaları ve uçurumları vardır. Ha bir de kızıl akbabaların üreme alanı da buradadır. Turizm denilen canavar köprülü kanyondan öteye geçmemiş henüz ve tertemiz bırakmış buraları ve umarım o canavar oralara ulaşmaz. Çaltepe köyüne yaklaşık iki ay önce ilk kez Arsızla gitmiştik. Buraların havası ve doğası beni oldukça etkilemişti. İşte bu yüzden buralara bir kez daha gelmek hem de bisikletim Hayalet ile beraber, dahası dostlarla beraber gelmek heyecan vericiydi. Cumartesi ve Pazar gününü kapsayan bu iki günlük tur sabahın çok erken saatlerinde başladı. Dolayısıyla Cuma akşamı çok erken yatmalıydım. Hayaleti ve bagajlarımı hazırladıktan sonra uyumaya çalıştım hemen. Ancak sabah belirli bir saatte uyanacağımı bilmek benim hep uykumu kaçırır. Özellikle de sabah dört de uyanacaksam hiç uyumasam bile olur diye düşünürüm. Ancak bisikletle uzun bir yolculuğa çıkmak başka bir şey. Yani yakıtınız sizin enerjinizdir. Uykunuzu tam almazsanız, iyi beslenmesseniz pedal çeviremessiniz. Bunun da bilinciyle gece yarısını geçerken uykuya daldım. Ancak çok erken uyandığım için çok ama çok az uyudum ve bu durum, bir sonraki gün, bisikletten indiğim her an gözlerimin kapanmasına, o günün gecesi ruhumu teslim edercesine sızmama neden oldu. Hatta tur tamamen bitip de Antalya’ya döndüğümde bile kendimi dinlenmiş hissetmiyordum. Ancak bacaklarımdaki tatlı yorgunluk bile yüzümdeki gülümseme ve mutluluğa engel olamıyordu.


















Cumartesi sabahı beş buçukta toplandık, yaklaşık 14 kişi. Bisikletlerimizi romörka yükleyip yola çıktık. Malum yol çok uzun. Sadece iki günümüz olduğundan araçlarla bir noktaya kadar ulaşmamız lazım. Yol üzerinde sabahın ilk çaylarını ve simitlerini yiyerek köye vardık. Buradaki köy evlerini pansiyon olarak kullanabiliyorsunuz. Önceden anlaştığımız bir köy evine girip, bir gün öncesinden aldığımız erzağımızla güzel bir kahvaltı yaptık ve artık ilk gün ki 70 km lik rotamız bu kahvaltıdan sonra başladı.

Tarihi köy evlerinin arasından altından dere akan köprülerden geçerek tırmanmaya başladık.











Bazı şeyler yazarak anlatılamıyor. Konuşarak da anlatılmaz belki. Bisikletle yolculuk yapmak, yolla daha çok bütünleşmenizi sağlıyor. Tibette yola tapan insanların olduğunu duymuştum. Bu insanlar yolu gerçekten hissedebilmek için yüz üstü sürünerek ilerliyorlarmış. Böylece yolun tüm zorluklarını, kolaylıklarını ve bir yere varmanın değil yolun kendisiyle bütünleşmenin önemini anlıyorlarmış. Motorlu bir araçla yolculuk yaptığınızda, yoldaki küçük ya da büyük eğimleri, çukurları, tümsekleri hissedemeyebilirsiniz. Aslına bakarsanız gerçek yolculuk, tüm kaslarınızla, bacaklarınızla ya da Tibetli rahiplerin yaptığı gibi tüm vücudunuzla yaptığınız, kısaca içinde “emek” olan yolculuktur. Kendimce bir sıralama yaparsam, en güzel yolculuk yürüyerek (ya da her hangi bir araç kullanmadan) yapılan yolculuk ve ikinci olarak da bisikletle yapılan yolculuktur. Bu sıralamanın devamında motosiklet yolculuğu gelir bana göre ve iki tekerden çok olan diğer tüm yolculuklar yolculuk değildir, tabi yine bana göre. Bisiklet kullanırken yolun en küçük eğimini bile hissedersiniz. Tırmanmaya başladığınızda inanılmaz bir emek harcarsınız. Yavaş yavaş yükseldikçe alnınızdan ter akar. Ne zaman bitecek bu yokuş diye düşünmek ya da sızlanmak, yolculuğu sıkıcılaştırır. Oysaki yaşam denilen şey her dakikasını hissederek yaşamak ve mücadele etmektir ve işte bisikletde de aynen öyledir. Harcadığınız emek sonuç verir ve görürsüniz ki her tırmanışın bir inişi vardır. O inişe geçtiğiniz an, yaşınız kaç olursa olsun beş yaşındaki bir çocuk gibi mutlu olursunuz, hatta mutluluktan çığlık atarsınız.












Cumartesi günü yaptığımız rotanın adı “rüya parkuru” idi. Bu parkur benim daha once yaptığım bisiklet turları içinde en zorlu olanıydı. Yani bir gün içerisinde hem oldukça tırmanış, arazi, orman, inanılmaz inişler ve gece sürüşü yapmış oldum. Bir müddet asvalt yoldan tırmandıktan sonra yol stabilize oluyor ve tırmanış devam ediyor, sonra o yol da orman yolu oluyor ve sonra yol bitiyor. Bisikletle yolculuk yapmak aslında kişinin kullandığı araçla bir tür eşitlik içerisinde yaşamasına güzel bir örnek. Demem o ki, bazen siz bisikletinizi taşırsınız. Çünkü bisikletle geçemeyeceğiniz yerler olur. İşte bu rüya parkurunu rüya gibi yapan son noktaya ulaşmak için bisikletinizi sırtlayıp yaklaşık bir 300 metre yürümeniz gerekir. Yani bisiklet sizi taşır, sonra onun sırası gelir, siz onu taşırsınız. Bu yürüyüşün sonunda ise inanılmaz bir manzara size bekler. Ben o kadar yüksek bir uçurum görmemiştim. Yani Köprülü kanyonun belki de en yüksek noktasından, sarp dağlarla çevrili bir kuyuya tepeden bakmak gerçekten baş döndürücü. Bu noktadan kızıl akbabaları seyredebilirsiniz.



















Burada öğlen yemeği atıştırdıktan sonra Beşkonak’a doğru inişe geçtik. Bu iniş muhteşemdi. Zirveden seyrettiğiniz ve uzaktan uzaktan sesi gelen derenin yanına kadar inmek oldukça uzun sürdü. E tabi o yolu ve manzarayı tahmin edebilirsiniz. Beşkonak’a indiğimizde akşam olmak üzereydi, ancak Çaltepe köyüne daha yaklaşık 25km yolumuz var ve bu yol maalesef sürekli çıkış ve dik rampalarla dolu. Benim isteğim, bu turun o gün için bu inişle bitmesiydi. Yani üzerine o kadar uzun bir rampa tırmanmak beni bitirdi diyebilirim. Üstelik hava karardı ve ben ormanı yararak zifiri karanlıkta pedalladım sürekli. Özellikle köye varmadan once olan dik rampa, o virajlı yol beni öldürdü diyebilirim.









Köye vardığımızda kalacağımız evin mutfağında yemek hazırlamaya koyulduk. Ancak ben yorgunluktan yerimde zor oturabiliyordum, bacaklarımı hissetmiyordum resmen ve sırtım da bir ağrı belirmişti. Hatta bi ara yemek masasının yanında otururken uyuyakaldım. Bu mutfak büyükçe bir alan ve evin bahçesinde. Rakım yüksek olduğundan hava kararınca sıcaklık ciddi şekilde düşüyor. Hoş sohbet bir şekilde yemeklerimizi yiyip ve muhtelif sıvılarımızı alıp uykuya daldık, ruhumu teslim ettim hemen.










Turumuzun ikinci gününe süper bir kahvaltıyla başladık. Sızarak uyuduğumuz için yorgunluğumuzda geçmişti. Bugünkü rotamız tarihi Selge köyü, adamkayalar ve daha da yukarıda Oluk mahallesi. Selge köyüne Beşkonak’dan 11 km tırmanarak varıyorsunuz. Bu köy Roma döneminden kalma tarihi eserlerle dolu. Hatta ortasında büyük bir antik tiyatrosu bile var. Bu 11km lik tırmanış yine mükemmel bir manzara eşliğinde oluyor. Bu yol, özellikle inerken gerçekten ürkütücü. Çünkü keskin virajlar uçurum kenarlarını yalayarak geçiyor ve yolun kenarında herhangi bir bariyer gibi bir koruma yok. Yani inerken virajı alamazsanız, ya da frenlerinizde bir problem olsa, herhalde yüzlerce metreden uçarsınız aşağıya. Yani, buralarda bineceğiniz bisikletin kesinlikle bakımlı olması gerek. Sabah uzun süren kahvaltı ve Antalya’dan gelecek olan arkadaşlarımız olduğundan Selge’ye kadar araçla çıktık. Antik kentin yanında bir köy evinde demleme kekik çayı içip, yufka ekmek ve zeytin yedik. Bu arada bu köyler gerçekten gelir düzeyi çok düşük olan köyler. Genellikle hayvancılık yapıyor insanlar ama yine de çok yoksullar. Köye bir yabancı girdiğinde köyün kadınları ellerinde bohçalarla çeviriyorlar etrafını ve kendi yaptıkları şeyleri satmaya çalışıyorlar.




















Tekrar bisikletlerimize atlayıp tatlı tatlı tırmanmaya başladık. Hafif hafif yağan yağmur çok da fazla şiddetlenmedi biz yukarıdaki köye varana kadar. Bura da bir şeyler atıştırdıktan sonra inişe geçtik ve turumuz Köprülü Kanyonda son bulmuş oldu.

Bence bisiklet ne olursa olsun herkesi eşitleyen bir araç. Bisikletin üzerinde herkes 5 yaşında bir çocuk olup mutlu oluyor. Tüm insanların bu şeytan icadına binmesi dileğiyle, özellikle de ülkem insanının…





























Bu turun gerçekleşmesini sağlayan Ömer Aydoğan ve Ayşegül Aykut’a, teknik desteğini esirgemeyen Antalya Doğa Sporlarına ve beraber pedalladığım sevgili pedalşör arkadaşlarıma teşekkür etmem gerekir.

Bir de bisikletim Hayalet’e teşekkür ederim, beni benden alıp götürdüğü için.

Her zamanki gibi, tur ertesi olan Pazartesi sabahı işime bisikletimle gittim. Ancak kendimi hala kanyonda ya da ormanda tırmanıyo gibi hissediyordum. Bedenim şehre çoktan dönmüş ancak ruhum dağlarda dolanıyordu. Üniversiteye vardım çabucak. Daha yol yapmam lazımdı oysa. Böylesine bir dünyada yaşamak için saçma sapan şeyler yapmak zorundayım, para kazanmak gibi, çalışmak gibi. Yabancılaşma tekrar başlamış oldu. Bizleri doğadan koparan ve uzaklaştıran bir sisteme karşı gelmenin en güzel yollarından biri pedala basıp gökyüzüne bakmak,

Başka bir iki teker yolculuğunda görüşmek üzere,

Hayalet & Mehmet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder